22 Eylül 2011 Perşembe

Serin sabaha güzelleme: Lale Plak, Edison, Melbookstore, Giubbe Rosse

Tabi bir de sabahları var çarşıların. Her çarşının bir sabahı, her şehrin kendini yeniden hatırlatan bir güzelliği, inceliği var. Ağırlığıyla aynı anda var yani. Bu yüzden çekici zaten çok zaman. İstiklal Caddesi de bugün serin bir sabaha uyandı. Öyle de gidecek gibi.

Sonbaharın inceliğini, şehrin de sonbaharla beraber biraz daha inceleceğini en çok sevdiğimiz mekanlar üzerinden anlarız. Okumaktan zevk aldığım tüm yazar çizerlerde, arkadaşlarımın maillerinde, mektuplarında aynı incelmeyi, aynı sabah umudunu görüyorum böyle vakitlerde. Ellerinde kahveleri, masalarında gazeteleriyle, çevrelerindekilerle dar zamana sıkışmayan sohbetleriyle kendilerine ayırabildikleri bir vakti yaşıyorlarsa eğer o anda, çoğunda aynı sabah güzelliğini hissedebiliyorum.

Serez çarşısında da var bence aynı sabah kokusu, Floransa'da da, Beyoğlu'nda da. Bunu, Beyoğlu'nda en çok hatırlatan mekanlardan birisi- belki caddenin kaç mevsimine yıllardır eşlik eden eski bir dükkan olması sebebiyle de-Lale Plak. Galata Kulesi'ne inen yolun başlangıcında, solda, size bir inanç aşılar hemen. Kesin orada bulursunuz; ne aradığınızı bilmiyorum ama bence bulursunuz; hiç olmadı sorarsınız, nerede bulacağınıza dair bir umutla oradan ayrılırsınız. Her halukarda orada bir şey bulursunuz; hele serin bir sabahsa, uzun sabah yürüyüşleri  inceden inceye iyi gelmeye başlamışsa, tamam, bulmamak için sebep yok.

                                       
                                         (fot. Zekeriya S. Şen)
                                       

Floransa'da ise bunu en çok, kahve içmek ve okumak için bütün günü geçirebileceğiniz kitapçılarda hissedersiniz. Edison ve Melbookstore...Tabi Floransa fütürist hareketinin baş aktörlerinin zamanında mesken tuttuğu Café Giubbe Rosse de var; orası benim akşamüstlerime eşlik etti daha çok; akşamı güzel karşılamama yardım etti. The Guardian, dünyanın çeşitli ülkelerindeki iyi kitapçıları anlatan ve Floransa'daki Edison Bookstore'un da dahil olduğu bir travel tip yayınladı birkaç ay önce. Onların arasında da eminim bize güzel gelecek, bulundukları şehri incelten, mevsimleri güzel getiren daha ne kitapçılar, plakçılar ve kahveler vardır...Görmek umuduyla!

21 Eylül 2011 Çarşamba

Serez Çarşısı

Bugün, İstanbul'da kalmaya başladığım araştırma merkezindeki Yunan bir arkadaşımla konuşurken laf lafı açtı ve bu arkadaşımın Serez'li olması üzerinden, Şeyh Bedreddin'e geldi. Şeyh Bedreddin'in asıldığı Serez çarşısına...

O çarşı yeri, dünya yeri gibi kimi zaman. Bugünlerde Türkiye gibi. Birbiriyle dost olamamanın, can olamamanın, halk olamamanın dayanılmaz ağırlığı. İstanbul'a eylülün ilk yağmuru düştü bugün. Aklımda Serez kaldı ama bugünden en çok...


"...
  yağmur çiseliyor.
  serez çarşısı dilsiz,
  serez çarşısı kör.
  havada konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü
  ve serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü."
                                                                 Nazım Hikmet






Bir de "Çemberimde Gül Oya" dizisinin 12 Eylül 1980 darbesinden hemen sonraki günleri işlediği final bölümündeki meşhur sahne...






  

9 Eylül 2011 Cuma

Una briciola di morte

Sevgili ev sahibim, ev arkadasim, bana Perry Mason karakterini kendi hayatindaki inanilmaz etkisiyle tanitan-bu ayri bir yazinin konusu-, yasamiyla bana hep ilham veren canim Brunella her degisim icin, "una briciola di morte" der. Birazcik olum kirintisi...Yasanan, madem ki bitti; madem ki yeni bir surec basliyor, yasandigi gibi geri gelmeyecek hic bir zaman...O zaman, evet, birazcik olum kirintisi...

Floransa'da son aksamimin gelecegi gunu dusunmemistim hic. Simdi deneyimliyorum. Cok sevdigi bir sehre veda etmek zorunda kalan, hayati boyunca buruk birakilan insan hikayeleriyle dolu yakin tarihimiz...Ben secerek geldigim, cok sevdigim bir sehirden bambaska bir baglamda, bireysel sureclerle iliskili olarak, basindan beri bir gun gelecegini bildigim donme vakti geldigi icin ayriliyorum. O ufak kirinti, karnimda biraz agirlik yapiyor ama en azindan ben, bir gun geri donup bu sehirde yeniden vakit gecirmeyi, yillardir dolastigim sokaklarda yeniden yuruyup dolasmayi hayal edecek, bunu gerceklestirebilecek lukse sahibim...Donebilecek olmak cok guzel. Donemeyecek olmak, cok buruk...

Madem Floransa'ya veda ediyorum; o zaman o da bana ozellikle disarda cok yagmur yagdiginda, Brunella'nin evinin arka tarafindaki odamda, cok sevdigim masa lambasinin onunde otururken dinlemeye bayildigim Marlene Dietrich ile veda etsin...Bilir misiniz bu sarkisini, ben cok gec kesfettim...


8 Eylül 2011 Perşembe

Fabrizio de André


Tekrar tekrar dinlenen sarkilar vardir herkes icin. Vazgecilemeyen sarkicilar; varliklari sayesinde cevap verilemeyen sorularin yukunu yitirdigi, dunyaya cikiverirken,  "oh!" demeye yardim eden. Aslinda hikaye anlaticilari yani, dinlemeye doyamadigimiz. Iyi ki varlar!

Peki nasil paylasabiliriz en cok? Nasil dinleyebiliriz birlikte tekrar tekrar? Facebook yetiyor mu? Belki pek cok bilmedigimiz sarkiyi, sarkiciyi orada paylastigimiz videolar sayesinde ogreniyoruz. Unutulmus olan sesleri hatirliyor; birlikte dinlemisiz gibi hissediyoruz. Yine de cok hizli gecip gidiyor hafizamizdan. Dijital ortamin her gun yenilenen icerigi, hafizamizin cok fazla uyariciyla dolmasi, cogu zaman hatirladigimiz seslerin, sevdigimiz sarkilarin ve aslinda paylastigimiz cogu icerigin daha silik halleriyle, daha hacimsiz bir sekilde hayatimizda yer bulmasina sebep oluyor...Zadie Smith, New York Review of Books'da yayinlanan, David Fincher imzali "The Social Network" filmini inceledigi yazisinda, facebook ortamindaki baglantida olma halinin -connection- yuzeysel ve indirgemeci niteliginden bahsediyordu. Guzel bir yazi; samimi bir jenerasyon sorgulamasi ve anlama cabasi aslinda...Aslinda, bu paylastigimiz icerigin de niteligini degistiriyor.

Arap baharindan bahsettigimiz ve facebook, twitter gibi ortamlarin bu sosyal, politik hareketleri mobilize etmekte ne kadar etkili oldugunu gordugumuz su gunlerde, tabi ki bu tur dijital sosyal paylasim sitelerine tek bir acidan bakmak mumkun degil. Ozellikle, kisisel acidan, henuz katildigim ve benim icin cok onemli bir deneyim olan Seyyar Sahne tiyatro kampini facebook sayesinde ogrenmis oldugumu dusunursem! Yine de, madalyonun ayni anda var olmaya devam eden iki yuzu var. Bu durumun farkinda olmak ve hatirlamak da yardim eder bize...

Nereden nereye! Aslinda amacim ne? Fabrizio de André'yi paylasmak...:) Iyi geceler...

  Not: Bu arada, ev sahibim ve arkadasim Brunella'nin bilgisayarinda henuz turkce karakterleri ayarlayamadim. Blogun ilk yazisi bu harflerle oldu...Olsun, mevzu zaten dinlemek bu gece...